Merhaba. Göz göze gelsek, eminim içimizdeki o görünmez yaralardan bahsederdik. Hani, sırtımızda “Lütfen beni tekmele” yazısıyla dolaşıp, tekme yiyince de “Ah, neden ben?” diye sızlandığımız o tuhaf durumdan. Bizi yoran, üzen ilişkilere, bize zarar veren liderlere neden bu kadar sıkı sıkıya tutunuruz? Vaatleri boş çıkanların peşinden neden gitmeye devam ederiz? İnanın bana, bu bir tesadüf değil. İçimizde, çektiğimiz acıya bir gerekçe bulma ihtiyacı var. Bu, bir nevi acı çekme bağımlılığı. Ve maalesef, siyasiler de bu zayıf noktamızı çok iyi biliyorlar. Bize tam da istediğimiz o acıyı veriyorlar. Osho’nun dediği gibi, “Herkes gerçeği aradığını söyler ama kimse onu bulmak istemez, çünkü bulduğunda hayatı değişmek zorunda kalacaktır.”
"O yalana koşarak sarıldık, çünkü bilinçaltımızda acıya haklı bir gerekçe bulma ihtiyacı duyuyorduk. Gerçeği kabul ettiğimiz gün, o acı döngüsünden özgürleşeceğiz."
Her yerde bize yalan söyleyen insanlarla karşılaşıyoruz, ama asıl büyük yalanın kendi kendimize söylediğimiz yalanlar olduğunu fark ettiğimiz an, bir şeyler değişmeye başlıyor. Kendinize güvenmeyi öğrenene kadar, başkalarından gerçeği beklemeyin. Ne zaman ki kendinize güven duyarsınız, işte o zaman başkalarının size söylediklerine inanıp inanmamayı seçme özgürlüğünü de kazanırsınız. Siyasilerin yalan söyleyip söylemediğini de o zaman anlarsınız. Çocuğunuzu eğitiyor zannettiğiniz öğretmen, aslında öğretmen olmayabilir. Yakınınıza damar yolu açmaya çalışan hemşire, ortaokul mezunu bir sahtekar olabilir. Tatile giderken bindiğiniz otobüsün şoförünün ehliyeti sahte olabilir. Bütün bunlar, bizim yalanlara inanmayı tercih ettiğimiz için başımıza gelenler. "Bu ülkede ataması yapılmayan 1 milyondan fazla öğretmen varken, sahte öğretmen 19 yıl boyunca ders vermiş ve hatta 'yılın öğretmeni' seçilmiş." Bu, yalanın ne kadar derinlere işlediğinin bir kanıtı değil mi? Veya bir torbacının, sahte diplomalarla emniyetin tepesine oturması... Bunu izleyiciye sunsanız, "Bu kadar saçma kurgu olmaz," derler. Ama burası Türkiye ve biz bu düzene kızmıyoruz, çünkü bu durumu biz yarattık, biz istedik. O yalanın peşinden biz koştuk, biz sarıldık o yalana.
"Acıdan değil, yalanlardan ördüğümüz duvarlar bizi hapseder."
Bir ülkenin çivisi sökülüyorsa, sorumluluk sadece onlarda değil, bizlerde de. Hani Oscar Wilde'ın o sözü var ya, "Düşen bir çığda hiçbir kar tanesi kendisini olup bitenden sorumlu tutmaz," işte o söz bizde tersine işliyor. Her birimiz, ülkemizde olan her şeyin birinci derece sorumlusuyuz. Siyasileri kişisel algılamadığınızda, onların söylediklerinden ya da yaptıklarından incinmezsiniz. Neden mi? Çünkü onların yalanlarının, kendi korkularının bir yansıması olduğunu bilirsiniz. Buda'nın öğretisi gibi: "Gerçek, acıya neden olmaz. Acıya neden olan, gerçeği inkar etmektir." Kendinize doğruları söylemek, boş yere acı çekmenizi engeller. Gerçeği kabul etmek başta acıtabilir, evet. Ama bu acıyla bütünleşmeye, onun içinde kaybolmaya gerek yok. Çünkü gerçeği kabul etmek, iyileşmenin başlangıcıdır.
"Kendine yalan söyleyenin, başkasının gerçeği aradığına inanması, acı çekmeye gönüllü olmaktan başka bir şey değildir."
Birisi size sevgi ve saygıyla davranmıyorsa, o kişinin hayatınızdan çıkması size verilmiş bir hediyedir. Yalan söyleyen siyasilerin peşinden gidip sonra “Ah, neden böyle oldu?” diye sızlanmak olmaz. O acıyı çekeceksin, evet. Ama bu acı, size önemli bir ders verecek: Doğru seçimler yapabilmek için başkalarına değil, kendinize güvenmeniz gerektiğini öğretecek. Unutmayın, İsa'nın da dediği gibi, “Gerçeği bileceksiniz, ve gerçek sizi özgür kılacak.”
"Yalanlara sarıldıkça sırtımızdaki 'Lütfen beni tekmele' notu büyür. Özgürlük, o notu yırtıp atmakla başlar."
Kendinize dürüst davrandığınızda, kalbinizi tümüyle açarak dünyayı dolaşsanız bile kimse sizi kandıramaz, kimse size zarar veremez. İşte o zaman gerçekten özgürleşirsiniz. Belki de bu yazıyı bitirdiğinizde, sırtınızdaki o notu yırtıp atmak istersiniz. Ne dersiniz?