Liyakat kavramıyla ilgili ilk tohumun atıldığı yer olan okullarımızla ilgili Milli Eğitim Bakanı’nın dile getirdiği ‘’Okuma-yazma, dört işlem bilmeden ilkokuldan mezun olan binlerce çocuğumuz var’’ itirafı bir ülkenin can damarlarından biri olan okulların, dolayısıyla da eğitimin içinin ne denli boşaltıldığının acı bir ispatı niteliğinde...
Liyakat kavramının cenaze namazını çoktan kıldık.
Bugün ülkemizde yaşayanların neredeyse tamamı sadece mahkemelerde değil, herhangi bir sınava girdiğinde, hak ve hukuka ihtiyacı olduğu herhangi bir alanda o liyakatı bulamayacağından o kadar emin ki.
Liyakat sahibi olarak bir yerlere gelinemeyeceği artık herkesin öğrenilmiş çaresizliği...
Bu duygunun yarattığı umutsuzluk Türkiye’nin geleceğini karartıyor.
Bir zamanlar ‘Tanrı’nın yeryüzündeki gölgesi’ tanımı yakıştırılan padişahların liyakati sorgulanamazdı. Sonuç Osmanlı devleti yıkıldı.
Bugün ise dışardan atamalar had safhaya çıktı, Masonik bağlardan, siyasi talimatlara, tarikatlardan, seçim kaybetmiş bir siyasi parti yandaşının müsteşar yardımcılığı ile teselli edilmesine kadar varan liyakatsiz atamalara her alanda rastlıyoruz.
Her halükârda onaylanması mümkün olmayan bu haksız görevlendirmeler sonucunda liyakatin cenaze namazını kıldırdılar.
Bu atamalar yapılınca, geçmişte kurumların işlerini yapmakta olan nitelikli personeller bir kenara itildi, kendilerine iş verilmediği gibi, dışardan işlere müdahale etmesi de engellendi ve kurumların işlevi zayıflatıldı.
Siyasetçiler liyakat sahibi yetenekli bürokratların uzmanlık bilgisini, iktidarlarını zayıflatan unsur olarak görürler. Bunun içinde onları uzaklaştırmak, ya da zayıflatmak isterler. Ancak bürokrasinin işleyişindeki aksaklıkların faturası da eninde sonunda iktidara kesilir. Bu nedenle herkesten daha çok iktidar sahibi siyasilerin iyi işleyen bir bürokrasiye ihtiyacı vardır. Hem iyi işleyen bir bürokrasi istemek hem de onun işleyişine müdahale ederek onu bir nevi işlevsiz kılmak tam bir Türkiye tablosudur.
Değerli okurlarım,
Pamukkale üniversitesinde rektör, eşine özel kadro açıyor. Kütahya üniversitesinde ön elemede sonuncu olduğu halde mülakatı geçen tek asil üye ne hikmetse rektör’ün eşi oluyor.
Mersin Üniversitesi'nde rektör yeğenini Eğitim Fakültesine, yeğeninin eşini Türkçe Öğretimi Araştırma Merkezi'ne, diğer yeğenini Yapı İşleri Daire Başkanlığı'na atıyor.
Şoförlükten Daire Başkanlığı'na yükselmeler, Bekçi’yi genel müdür olarak atamalar bu ve bunun gibi sayısız örnekleri mevcut ve ne kadar liyakatsiz atama varsa hepsi gerçekleşti.
Bir ülkenin en büyük serveti, nesilden nesle aktarılabilen manevi sermayesidir. Yolsuzluk, dolandırıcılık elbette mücadele edilmesi gereken büyük sorunlar ancak sözgelimi ilkokulların, liselerin, üniversitelerin bir başka deyişle eğitimin içinin boşaltılması, bankaların içinin boşaltılmasından daha vahimdir.
Değerli okurlarım,
Liyakatsiz, bilgisiz, diplomasız ne kadar torpilli varsa genel müdürlüklerde, sefirliklerde sefa sürüyorlar.
Zaman değişti, iktidarlar değişti, insanlar değişti, hayat değişti ve hatta dünya değişti ama Türkiye liyakat sınavını bir türlü vermeyi başaramadı.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasa’sının 10. ve 70. Maddeleri ile Devlet Memurları Kanunu’nun 3. Maddesinde görüldüğü üzere, memuriyete alınmada ve görevde yükselmede liyakatin esas alınması gerektiği yasalarda açıkça belirtilmektedir.
Yasalarla sabitken kim bu atamaları yapıyor? Kim göz yumuyor?
Kur’an-ı Kerim liyakate dayalı bir sistem önermektedir. Daha doğrusu sistemin merkezine liyakati, ehliyeti, yeterliliği koymaktadır. İslam Siyaset Teorisi’nde, yöneticide aranan temel şart, liyakattir. Nisâ suresi 58. ayet, bu konuda gayet net ve açıktır. Ayet-i kerimenin anlamı şöyledir: “Allah size kesinlikle görevleri ehil ve layık olanlara vermenizi, insanlar arasında bir yargılama yaptığınızda adaletle yargılama yapmanızı emrediyor. Allah size ne de güzel öğüt veriyor! Şüphesiz Allah, her şeyi duyan, her şeyi görendir.”
Hz. Muhammed (s.a.s) de dediği gibi; İş ehline verilmezse kıyamet yaklaşmış demektir.
Her kim, Allah’ın razı olacağı daha liyakatli birisi varken, adam kayırmak maksadıyla kendi Müslümanların işini deruhte ederse onların üzerine gösteriş için birini seçer, resmi görev verirse, Allah’ın laneti onun üzerindedir. Allah, onu cehenneme sokuluncaya kadar ne farz ne nafile hiçbir ibadetini kabul etmez. Hz. Muhammed(sav)
Yüzde doksan dokuzu Müslüman olan ülkemde;
Hem yasalara hem Allah’a savaş açan, Kuran-ı Kerime karşı gelen, peygamberin öğütlerine uymayanlar kimler?
Hangi inanca mensuplar ya da bir inançları var mı? Allah, kitap, kuran dillerinden düşmezken, yaşantılarıyla bu kadar Allah'a, peygambere, kitaba zıt şekilde nasıl hareket edebiliyorlar. Yoksa "İnandığın gibi dosdoğru ol. " ayetini eğip büküp "yaşadığın gibi inan. " şekline mi çevirdiler. Bu soruları sormak bir yurttaş olarak hem hakkımız hem görevimiz. Sağlıcakla kalın...
Eğitimci – Yazar
Soner Atabek