Kalbi Kırık Aynalar: Kaybolan Güvenin Gölgesinde
Biliyor musunuz, son zamanlarda etrafıma daha bir dikkatli bakıyorum. İnsanların gözlerinde bir telaş, bir güvensizlik okuyorum sanki. Sanki hepimiz, kalbi kırık aynalara bakıyoruz da, kendi yansımamızı bile tam olarak göremiyoruz gibi. Oysa ne güzeldi o eski günler... Komşunun kapısı çalınmadan girilir, bakkal amcanın veresiye defteri kabarık ama yüzü hep gülerdi. Sokaklar, tanımadık yüzlere bile sıcak bir "merhaba" fısıldardı.
"Bir toplumu ne ayakta tutar?" diye sorsalar, içimden kocaman bir "Ah!" çekerek, "Güven..." derim. O incecik, görünmez ama en sağlam bağ. Koptuğu anda, her şey darmadağın oluyor. Özel hayatımızda, işimizde, sokağımızda... Her adımda bir "acaba" fısıltısı... Yanımızdaki insanın gerçekten iyi niyetli olup olmadığını, söylenen sözlerin ardındaki gerçeği merak eder olduk.
Hatırlıyorum da, birkaç hafta önce otobüs durağında yaşlı bir amca gördüm. Elleri titriyordu, o koca tuşlu telefonla bir numara çevirmeye çalışıyordu ama nafile. Yanına yaklaştım, "Yardım edebilir miyim amca?" dedim. O an yüzünde beliren o şüphe... Sanki "Bu genç neden durup dururken bana yardım etmek istiyor ki?" der gibiydi. İşte o bakış, içimi öyle bir burktu ki. Güvenin ne kadar da zedelendiğini, insanların birbirine ne kadar da yabancılaştığını o an iliklerime kadar hissettim. Sonra o telefonu nazikçe eline aldım, torununun numarasını tuşladım. Telefon çaldığında amcanın yüzündeki o minnet dolu gülümseme... İşte o küçücük an, bana umut verdi. Belki de o kırık aynaları onarmanın, o kaybolan güveni yeniden yeşertmenin hala bir yolu vardı.
Tarihin tozlu sayfalarında nice bilge insan, güvenin kıymetini satırlara dökmüş. Albert Schweitzer demiş ki, "Güven duymak cesarettir, güveni hak etmek ise onur." Ne kadar da doğru! Güvenmek de cesaret ister, hele ki bunca hayal kırıklığının ardından. Ama bir de o güvene layık olmak var ki, işte o bambaşka bir onur.
Mahatma Gandhi'nin o içimize işleyen sözünü de unutmamalı: "Önce sen değişmelisin ki dünya değişsin." Belki de güveni yeniden tesis etmenin ilk adımı, kendi içimize dönmek. Dürüst olmak, sözümüzün eri olmak, karşımızdaki insana saygı duymak... Küçük de olsa, attığımız her dürüst adım, etrafımızda bir yankı uyandıracaktır.
Victor Hugo da ne güzel söylemiş: "En büyük mutluluk, başkalarının güvenini kazanmaktır." İşte hedefimiz bu olmalı sevgili okuyucu. O kaybolan güveni yeniden kazanmak, yeniden omuz omuza verebilmek, yeniden "biz" olabilmek.
Biliyorum, kolay değil. Yollarımız dikenli, kalplerimiz yorgun olabilir. Ama umutsuzluğa kapılmak yok. O yaşlı amcanın şüphe dolu bakışının ardından gelen o minnet dolu gülümsemesini hatırlayalım. Belki de her birimiz, çevremizdeki bir insanın hayatına o küçük dokunuşu yapabiliriz. Bir içten "merhaba", bir yardım eli, bir dürüst söz... İşte o minik tohumlar, zamanla kocaman bir güven ormanına dönüşebilir.
Gelin, o kalbi kırık aynalara inat, yeniden gülümseyelim birbirimize. Yeniden inanalım iyiliğe, dürüstlüğe, sevgiye. Çünkü biliyorum ki, en karanlık gecenin sonunda bile, umutla bekleyen bir kalp her zaman bir ışık huzmesi bulur. Ve o ışık, yeniden güven dolu yarınlara açılan kapının anahtarı olabilir. Ne dersiniz, o anahtarı birlikte mi arayalım?