"Kural basit: Doğru söyleyen anlatmaya odaklanır, yalan söyleyen ise ikna etmeye uğraşır." alıntı bir sözle konuya başlamak istedim bu yazımda. Ne tuhaf değil mi? "Eskiden söz senettir düsturuyla, yetişmiş bir nesil vardı der" söz arasında insanlar. Birbirine verdiği sözlerde itibar duyulurdu. "Sözünün eri" deyimi buradan geliyor belki de. Her iki taraf için güvenilir olmak önemliydi.
Böyle bir kuşak gelip geçti gelip geçti diyorum çünkü şimdiki dönem baktığımızda yalanı allayıp pullayıp, pulu altın niyetine satar olmuşlar. Değersiz olan tüm olgular ikna çabasıyla, kişilerin zaafları baz alınarak, kullanmaya başlamış. Zamanla değişen yasam koşulları ve şartlar; insanların hayati yaşayış biçiminde önemli tahribatlar yaratmaya başlamış durumda. Tv programlarından takip ettiğimiz hayatlara baktığımızda bu kadarı da olmaz deyip şaşırdığımız, kızdığımız pek çok olay duydukça daha çok üzülüyoruz.
Gelecek kaygısıyla belirsiz hayatları sorgular hale geldik. Her konuda fikir beyan eder, taraf tutar hale geldik. Konuya göre haklı haksız bulduğumuz pek çok durum ve kişiler için birbirimizle mesafe koyar olduk. Kimsenin kimseye güvenmediği, güvenmek kelimesinin içinin boşaltıldığı bir dönemi yaşıyor olmamız ne acı! Şartlar mi insanları bu hale getirdi? Yoksa insanlar mi şartları bahane edip bunun arkasına sığınarak davranır hale geldi bilinmez. Menfaatler dünyasına doğmuş gibi hissediyor insanlar, kime sorsan bambaşka konudan dertli birinin derdi diğerinin derdinden beter tarif edilmez acılarla yüz yüze gözü yaşlı çehrelere vicdan dayanmıyor.
Her birinin bir konuda dili yanmış, yalanlar söylenip kandırılmış aldatılmış olma gerçeğinin mahcubiyetini yaşıyor derdine derman arıyor. Aldatan da olması gereken mahcubiyet, ne yazık ki aldatılan kişide oluyor. Güven duygusu en temel yapı taşlarından biri. Ailede, işyerinde, sosyal yaşamda, her yerde aranan bir özellik ikili ilişkilerden tutunda iş ortaklığında kadar her yerde başvurduğumuz tek gerçek.
Bu gerçek kelimelerden ibaret olmaya başlayınca orada bir yozlaşma, çürüme, kokuşmuşluk baş gösteriyor. Toplumun tamamını ilgilendiren "güven duygusu" bireylere tekrar aşılanmalı. Gelecek nesiller güven kelimesinin derin anlamını yasam felsefesi haline getirmeli. Bireylerin birbirini duygusuyla, parasıyla, umuduyla, başarısıyla, oynamamalı. Kişilik özelliklerinden biri olmalı güvenilir olmak. Güven duymak, güven vermek...
Bir şeyler başarmanın sırrı harekete geçmektir."Dante'nin bir sözünü başlık olarak kullanmak istedim. Sil baştan başlamak lazım bazen şarkı sözünde olduğu gibi. Eğer hayatımızda bir şeyler yolunda gitmiyorsa, olumsuzluğu kabullenip kendimize suçlu muamelesi yapmadan üzülerek geçmeyecek kadar değerli zaman. Geçmiş hatıraların yükünü bugüne taşıyıp, bugünü ziyan etmemeli. Anın kıymetini bilip bakış açımızı değiştirmeliyiz.
Doğayı gözlemlediğimizde her şey, her gün aynı gibi algılanıyor olabilir; kimileri için, ancak doğadaki denge bile kendini yeniliyor, değişim geçiriyor, gelişiyor, bambaşka bir anlam kazanıyor. Mevsimlerin gerek insan hayatına, bitkilere, hayvanlara zorlu koşullar yaşatması ya da günü yaşanabilir hale getirmesi bile bize şükredecek bir neden verebilmelidir. Kendimize, sahip olduğumuz hayata, sağlıkla, sıhhatli, huzur içinde yasayabildiğimiz için şükretmeyi bilmeliyiz.
Ani yaşamak en büyük hazine birçok olumsuz koşulu yaşayan kişileri hayatlarına dokunabilmek, farkındalık yaratabilmek çok önemli. Bize bahsedilen tek bir hayat var ve biz tek iz özeliz. Bizden bir tane daha yok ani durdurup yedeğimizle değiştirip yola onunla devam edebileceğimiz. Bize bahsedilen ömrü nasıl yaşayacağımız bize kalmış.
Gün gün kederlenip kendimize acıyarak da geçirebiliriz her günü, günümüze değer katacak, maneviyatımızı yükseltecek, güçlendirecek etkinliklerde bulunarak da seçim bize kalmış. Seçimlerimizin sonuçlarını yaşamaktan korkmamalıyız." Her şerde bir hayır vardır, her hayırda bir şer vardır." Desturunun manasını iyice özümseyip yol almalıyız. Hayatımız, gelecek günlerimiz, şu an aldığımız her bir karar biz farkında olmadan şekilleniyor, boy veriyor.
Doğayı sevmeyi, korumayı, güzelleştirmek kendimize ilke edinmeliyiz. Tüm sanat akımları bulunduğu dönemlerde doğadan, doğanın şartlarından olumlu olumsuz etkilenmiş bunu eserlerinde dile getirmiştir. Dinlediğimiz müzik dinletisinden, ressamın tuvalindeki fırça darbesi, kullandığı renk paketindeki boya tozu, boyanın rengi, tiyatral oyunlar, yazılan şiirler, romanlar öyküler, her biri fazlasıyla eserinde vurgulamıştır doğadaki dengeyi ya da dengesizliği. Mimari yapılardaki estetik, karmaşa, doğallık, yapaylık, sıradanlık her biri doğanın bize sonsuz sunduğu güzelliklerin yansımasıdır. Hayat da sağlıkla nefes aldığımız her an için şükredelim.
Gelecek kuşaklara, bizden önce ki kuşakların mirasçısı ölmez değerli eserler bırakalım. Bu her birimizin insanlık görevidir, ödevidir. Amaçlarımızın yönü zamanla karmaşık hale gelebilir, içinden çıkılmaz sorunlar barındırabilir karşılaşılan her sorunda çözümsüz gibi algılanabilir fakat ortak payda da sanatta anlam kazanmalı her bir olgu. Bir çocuğun annesiz kalışı ressamın tuvalinde ölümsüzleşebilir, şairin dizelerinde ağıda dönüşebilir, bir beste olarak icra edilip yıllar boyunca söylenebilir, sanatta sanatla varlık bulmalı her bir duygu geçmişte olduğu gibi. Annenin evladına hasretliği kavuşmasındaki coşkusu, telaşı, heyecanı, babaların vazifeleri uğruna kendi benliklerinden vaz geçmişliği, yaşadığı koşulların birey olması duygusunu unutturması.
Sanat eserleri bir araya getirebilir içimizdeki gerçek ruhsal ve bedensel tepkilerimizi. Her şey sanat akımlarıyla başladı, bir dönemi başlatıp bir dönemi bitirdi, şimdi paha biçilmez olan eserler antika kisvesi altında metada değer görüyor gibi olsa da bulunduğu dönemin barındırdığı dönemsel yaşanmışlıklara fiyat biçilemez. Kiminde kendini tekrarlıyor sanat, kiminde kendi çizgisinde yaşadığı değişimlerle çizilen tuvallerde ölümsüzleşiyor.