Eğitimci yazar Soner Atabek yazdı


Bizi Bize Bırakmıyorlar

Bizi Bize Bırakmıyorlar


Canım Okurlarım,

Bazen düşünüyorum da, bu topraklarda kalbimiz hep başkaları için atıyor sanki. Yaşadığımız ev, sürdüğümüz araba... Bunlardan aldığımız o kısacık haz, aslında o eve ve arabaya bakıp da başkalarının içini burkulmasından, bizi kıskanmasından aldığımız zevkin yanında ne ki? Servet sahiplerinin her gün ekranlarda boy göstermesi, o derin, yorgun ruhlarının bir feryadı değil de nedir?

Makamlar, mevkiler... Ah, o koltuk sevdası! O, başkalarına hükmetme, onlardan bir adım yukarıda durma arzusu... Makamı ele geçirmenin verdiği o kısa süreli sarhoşluk, ne kadar da acı bir tat bırakıyor geride. O siyasetçilerin ekrandaki "zevk kasılmaları" dediğimiz şey, aslında ne kadar da çıplak bir ruh halini yansıtıyor, değil mi?

Değerli dostlarım,

Şöyle bir etrafınıza bakın; dünyada birbirine bizim kadar çok çiçek gönderen, ama o çiçeklerin çoğunu kalpten değil, gösterişten yollayan başka bir toplum var mı? Çelenkler devasa olmalı, isminiz kilometrelerce öteden okunmalı. Cenaze, düğün, çiğköfteci açılışı... fark etmez. Önemli olan o "ben buradayım, beni görün" feryadı! Düğünlerde son ses açılan müzik, o havaya sıkılan kurşunlar, sokakları inleten asker uğurlamaları... Hepsi, içimizdeki o bastırılamayan, "bizi fark edin" çığlığının bir yansıması.

Oysa büyük düşünür Sigmund Freud'un da işaret ettiği gibi, insanlar özgürlüğü gerçekten istemekte zorlanırlar. Çünkü özgürlük, beraberinde ağır bir sorumluluk getirir ve çoğu insan bu sorumluluğun yükünden korkar.

Bu yüzden, bu ülkede bir birey olarak kendi içimize dönüp, kendi varoluşumuzun o derin, metafizik sorularıyla baş başa kalamıyoruz. Ne kadar kabuğumuza çekilsek de, dışarıdaki o gürültü, o deli saçması siyaset, o bitmeyen kur hesabı, o akıl dışı söylemler gelip bizi buluyor. Huzur vermiyorlar.

Burası dedikodunun en çok üretildiği yer. Çünkü buna bayılıyoruz. İçimizdeki boşluğu, başkasının hayatının dedikodusuyla dolduruyoruz. Zaten Aristo da boşuna dememiş: "Akıllı insan, düşündüğü her şeyi söylemez; ama her söylediğini düşünür" diye. Oysa bizde düşünmeden, sadece rivayetle konuşmak adetten. Bu yüzden bireysel olan hiçbir şey ne filizlenebiliyor, ne de kök salabiliyor. İnsanlar o derin iç hesaplaşmaya dalamadan, olgunlaşamadan kalıyor. Her şey bir söylentiye, bir rivayete bağlı. Bir olayın gerçekleşmesinden çok, o olayın dedikodusunun çıkması korkutuyor bizi.

Böylesi bir ortamda, yöneticilerin eleştiriye tahammül edememesi de şaşırtıcı değil. Sorunu çözmektense, yok saymayı tercih ediyoruz. Sonra biri çıkıp eleştirdiğinde, sanki sorunun kaynağı eleştiren kişiymiş gibi topa tutuluyor. Ne acı bir döngü...

Eleanor Roosevelt'in dediği gibi: Büyük zihinler fikirleri konuşurken, küçük zihinler sadece insanları tartışır. Biz, fikirler yerine sürekli başkalarının dedikodusuyla meşgulüz.

Ortega y Gasset’in o meşhur sözü geliyor aklıma: "Ben kendimin ve çevremin toplamıyım." Hangi erdemleri taşırsanız taşıyın, hangi ilkelere inanırsanız inanın, o toplumun akıp gittiği çamurlu dere yatağından kaçamıyorsunuz. O çamur gelip size de bulaşıyor.

Sizi de kendisi gibi yapmak için inanılmaz bir çaba sarf ediyor bu düzen. Milyonlarca yazı, haber, video... Hepsi üzerinize saldırıyor. Gözünüzü, beyninizi hırpalayan o televizyon imgeleri... Hepsi size, "bizim gibi ol" diye bağırıyor.

Türkiye’de bireyin ömrü, 'Beni gör!' diyenlerin gürültüsü ile 'Bizim gibi ol!' diyenlerin çamurlu nehrine karşı direnmekle geçer.

Unutmamalıyız ki, Nisa Suresi 79. ayet bize, "Sana gelen her iyilik Allah’tandır. Kötülük olarak sana ne isabet ederse, o da nefsindendir" diyerek bireysel sorumluluğumuzu hatırlatıyor. Dışarıdaki suçluları aramadan önce, kendi içimize dönüp kendi tercihlerimizi sorgulamamızı istiyor.

Zaten Mustafa Kemal Atatürk de devlet işlerinde bile bireysel gösterişe karşı çıkmış, "Millet ve devlet işlerinde herkes, herkese yardım edecek ve hiç kimse bundan iftihar payı çıkarmayacak. Düstur budur" diyerek tevazu ve ortak akla vurgu yapmıştır.

Hele bağımsız, özgür, vicdanlı bireylere... Asla!

Büyük filozof Friedrich Nietzsche'nin uyarısı ne kadar yerinde: Kolay yaşamak istiyorsan, sürüde kal ve sürü sevgisi uğruna kendini unut! Bu, konforlu bir esarettir.

Oysa Carl Gustav Jung'un da dediği gibi, bilinçdışımızı bilinç haline getirmediğimiz sürece, o bizim hayatımızı yönlendirecek ve buna kader diyeceğiz. Gerçek özgürlük, o iç hesaplaşmayı yapmaktan geçiyor.

İşte bu yüzden, bu ülkede bireyselliğini korumak isteyenlerin ömrü, o bitmek bilmeyen "sürüleştirme" çabalarına karşı dimdik durmakla, direnç göstermekle geçiyor... Ne yorucu, ne onurlu bir yalnızlık bu.

Yazar Soner Atabek

 

  • BIST 100

    10208,76%-1,56
  • DOLAR

    41,79% 0,15
  • EURO

    48,73% -0,27
  • GRAM ALTIN

    5724,11% -1,68
  • Ç. ALTIN

    9886,33% 1,99
  • Cumartesi 24.2 ° / 12.2 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • Pazar 21.9 ° / 13.5 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • Pazartesi 14.7 ° / 11.4 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı

Balıkesir

18.10.2025

  • İMSAK 05:47
  • GÜNEŞ 07:12
  • ÖĞLE 12:54
  • İKİNDİ 15:56
  • AKŞAM 18:27
  • YATSI 19:46