Ne oldu bu tespihe diye tekrarlayıp tespihi havaya kaldırdı. Eksik olan bir şey var gibi. Annem, bilmiyorum der gibi omzunu çekmez mi!.
Babam, durur mu? Ev halkının tamamını misafir odasına çağırdı. Kızlı erkekli evde kim varsa tam anlamıyla karşısına dizildik…
Bu tespihe ne oldu diye üçüncü kez sordu. Ses tonundaki o tını, benim sucumu kabul etmemi bile engeller cinstendi.
Kimseden çıt çıkmadı…
Bu soru sorma ve cevap alamama seansı üç, dört dakika daha sürdü. Babam sessizce oturduğu koltuğundan ayağa kalktı. Büyük vitrinin sağındaki duvarda asılı kalın çerçeveli yağlı boya beyaz at tablosunu çıkartıp, yemek masanın üzerine koydu. Gerisin geriye tekrar tabloyu çıkarttığı yere gidip, bileğinden çıkarttığı kırmızı kehribar tespihi duvardaki tablonun çivisine astı. Sonra odanın ortasına geldi. Başını öne eğip bir kırmızı halının motiflerine birde annemin ela gözlerine baktı. Bu bakışma birkaç dakika daha devam etti. Anneme dönüp ben yatmaya gidiyorum dedi…
Çocuk aklımla Allah, Allah ne ola ki bu dedim içimden. Herkesin özellikle annemin yüzü düştü. Ela gözlerinden yaşlar önce yüzüne sonra da teker teker kırmızı halıya düştü. Herkes yüzünü bana dönmüş, parçalarcasına bana bakıyordu. Annem, hadi boş boş durmayın, yakın ışıkların tamamını, tespihin kaybolan tanesini arayalım. Kardeşiniz öğlen düşürüp dağıttı tespihi, ama bulamadık bir tanesini. Hadi arayıp bulalım, koltuğun altına iyice bakın dedi. Kim buldu bilmiyorum, ama gerçekten koltuğun minderinin arasından tam alta düşmüştü bir tespih tanesi. Kayıp tespih tanesi bulundu. Annem tekrar duvara asılı olan tespihi aldı. Önce imamesini sonra tespihi iplerinden ayırdı. Tekrar baştan tespihi ipe dizip imamesini bağladı. Sonra kutusuna koydu. Ben o akşam babamın neden tabloyu yerinden indirip, çivisine tespihi astığını düşünüp durdum… (DEVAM EDECEK)