"Sensiz kalan gönlümde
bil ki hayat virane
sen yoksun ya yanımda
bu alemden bana ne..."
Siz onu tanımazsınız.
Nereden tanıyacaksınız.
Çingene İsmail Abi son kemancıydı.
Yaz akşamlarının o yorgun sıcağı kentin dar sokaklarını okşamaya görsün... Alacakaranlıkta, dar sokağın sakinleri ve yukarı mahalleden aşağı mahalleye akan insancıklar, Çingen İsmail Abi´nin selamını alırlar mutlak. Selam öylesine sıcak, dostluk kokardı ki.
Akşamın sarhoşluğu İsmail Abi´nin kemanı ile yayılırdı kente, sokak sokak. Şarabın süslediği çilingir sofrasında, İsmail Abi´nin yüreğinin acısını, sevincini, feryadını, tutkusunu, hayatını, hayatın kendisini kemanının inleyen tellerinde dillendirirdi. Olağanüstü bir incelik, ustalık büyülerdi insanları.
"Akşam oldu
hüzünlendim ben yine
hasret kaldım gözlerinin
rengine..."
Hüznün, hayatı sevmenin insan sevgisinin nağmelerinde, İsmail Abi´nin kemanı dinletisinde ruhunuz insan sevinci ile dolardı. O zamanlar Erdek´te müzik vardı, hayat vardı. Müzik ve şarap, yaşamın kutsallığını süsleyen en güzel şeylerdi.
Siz bilmezsiniz.
Nereden bileceksiniz.
Bir zamanlar Erdek´in dar sokaklarının komşuluğunda, çilingir sofrasının sohbetinde, keman ve darbuka oynaşında, ruhumuzu kışkırtan sesler dolardı yüreğinize. Gecenin karanlığını yırtan zurnanın o muhteşem sesini durup dinlemeden geçmek ne mümkün.
Çilingir sofralarının sevgi ve hoşgörü ile beslediği insanlar, mutlu, özgür ve huzur içinde yaşarlardı.
Onlar güzel insanlardı.
Çingene İsmail Abi´nin kemanı insan kokardı, sevgi salardı kentin sokaklarına, insanların yüreklerine, onları kucaklardı.
Şimdi ise ne kapı önlerinde çilingir sofrası, ne şarabın kutsallığı, ne o kemanın olağanüstü güzel sesi kaldı. O son kemancıydı.
Erdek ne kadar çoraklaştı!