Zübeyir ÇÖMLEKÇİ


KUR’AN-I ANLAMADAN OKUYUNCA

KUR’AN-I ANLAMADAN OKUYUNCA


          Kur’an kendisini; arınmak / korunmak isteyenler için, hiçbir şüphenin olmadığı bir rehber (Bakara:2/2) olarak tanıtır. Rehberliğini yaparken, başka bir şeye ihtiyaç duymayacak kadar da açık bir kitap olduğunu (Hicr:15/1-Ankebut:29/51) vurgular. Gönderiliş amacının yaşayanları uyarmak (Yasin:36/70) ve karanlıklardan aydınlığa çıkarmak (Bakara:2/257-Maide:5/16) olduğunu, ancak uyarıları anlamak ve öğüt almak için üzerinde düşünmek gerektiğini (Ali İmran:3/138), bunun için de kolaylaştırıldığını bildirdikten sonra; “Yok mu öğüt alan?"  (Kamer:54/17-40) diye tekrar tekrar sorgular.

           Kur’an ve Kıraat (okuma), Arapçada (قرأ = Ka-ra-e) kökünden gelen kelimelerdir. Bu itibarla Kur’an; okuma, toplanma, kümelenme, bir araya getirme gibi anlamlara gelmektedir. Okuma ise; bilmediğimiz bir şeyi öğrenmek / yeni bir şey öğrenmek, anlamak ve hayatımıza artı bir değer katmak için yapılan bir eylemdir. Eğer okuduğumuzdan bir şey anlamıyor, yeni bir şey öğrenmiyor ve hayatımıza da artı bir değer katmıyorsak, bunun adı okuma değil, telaffuz etmedir /seslendirmedir.

          Telaffuzda / seslendirmede sadece bir metnin kelimeleri / cümleleri, anlamadan ve üzerinde düşünmeden tekrar edilirken, okuma da; anlama, yeni bilgi öğrenme ve öğrenilen bilgi üzerinde insanı derinden düşünmeye sevk eden bir eylem vardır. Ayrıca okuma, metinle birlikte varlık üzerinden de yapılan bir eylemdir. İnsanı geliştiren ve olumlu yönde değiştiren de bu eylemdir.

           Kur’an-ın ilk geldiği bildirilen ayetleri inceleyelim:

           -"Yaratan Rabbi’nin adıyla oku! O, insanı alaktan (embriyodan / döllenmiş yumurtadan) yarattı. Oku! Rabbi’n sonsuz cömert olandır. Kalemle (yazmayı) öğreten O’dur. İnsana bilmediğini O öğretti’’ (Alak:96/1-5).

           Burada ilk dikkatimizi çeken husus, neyin okunacağının değil nasıl okunacağının belirtilmiş olmasıdır. Ayrıca yaratılışla birlikte, kalemle / yazıyla yapılan eğitime ve insana bilmediklerinin öğretilmesine vurgu yapılmak suretiyle, okumanın nasıl olacağı ile birlikte amacının ne olması gerektiği de açıklanmış olmaktadır.

           Benzer açıklamaları Rahman Suresinde de görmek mümkündür:

           “Rahman, Kur’an-ı öğretti, insanı yarattı, lisanı öğretti.” (Rahman:55/1-4).

          Bu ayetlere göre Kur’an; okumanın amacının yaratılışı anlamak ve insanın bilmediklerini öğrenmesi için lisan / dil ve kalemle / yazıyla yapılması gereken bir eylem olduğunu çok net bir şekilde açıklamış olmaktadır. Kur’an, okumanın hedefinin öğrenmek, anlamak ve bilmek olduğunu bu kadar açık ve net ifade ederken, Kur’an-ın kendisini bilmeden ve anlamadan okumanın (daha doğrusu sadece seslendirmenin) nasıl bir mantığı olabilir?.. Müslümanlar böyle bir çıkmazın içinde çırpınıp dururken, Kur’an-ın iddiasına rağmen karanlıklardan aydınlığa neden çıkamadıklarını anlamak için,başka bir sebep aramaya ihtiyaç var mıdır?...

          Kur’an-ı anlamadan ve hayata dokundurmadan okumak (sadece seslendirmek), olsa olsa Kur’an-ın istediği ve gösterdiği hedeften sapma / uzaklaşma veya hedefsizlik olabilir. Hedeften sapmak veya hedefsizlik ise, istenen ve gösterilen hedefe ulaşmayı önleyen tek engel olarak yeter artar.

KUR’AN-IN NİÇİN GELDİĞİNİ BİLİYOR MUSUNUZ?..

          İnsanı, hayatı, dini anlamak ve anlamlandırmak, varlığı / yaratılışı anlamakla başlar. Onun için bunları birbirinden kopuk ve bağımsız olarak değerlendirmek, insanın / insanlığın gerçeklerini öğrenmenin ve anlamanın önündeki en büyük engel olacaktır. Bu nedenle Allah; insanın ve evrenin Kur’an gibi ayetler  (açık alamet, ibret, delil, işaret) olduğunu bildirir ve bunların birlikte okunmasını ve anlaşılmasını ister.

          -"Onlar, Allah’ın yaratmaya nasıl başladığını, sonra onu nasıl tekrarladığını görmüyorlar mı?.. Şüphesiz bunu yapmak Allah’a kolaydır. De ki; yeryüzünde dolaşınız da Allah’ın yaratmaya nasıl başladığına bakınız!.. İşte Allah, sonraki yaratmayı da aynı şekilde yapacaktır. Şüphesiz Allah’ın her şeye gücü yeter’’ (Ankebut:29/19-20).

          Kur’an-ın hiçbir yerinde Allah insana bana bak demez. Ama tekrar tekrar, kendine ve çevreye (insana, tabiata, evrene, yaratılışa) bak ve bu kitabı onlarla birlikte oku der. Çünkü bunların hepsi Allah’ın birer ayeti olduğu için birbiriyle asla çelişmez ve çatışmazlar. Onun için bunları birlikte ve Kur’an-ın gösterdiği hedefe uygun olarak okuyup incelersek hem hayatı daha anlamlı hale getiririz, hem de Allah’ın bizler için yarattığı eşsiz ve sayısız imkânlardan daha doğru yararlandığımız gibi, doğabilecek felaketleri de daha kolay önleriz.

          Ayrıca yaratıcı ile olan irtibatımızı sağlam ve sağlıklı bir zemine oturttuğumuz için, hayatımızın akışını daima iyiye ve güzele yöneltip değişim ve dönüşümün yolunu da doğru olarak bulmuş oluruz. Onun için, Kur’an-ı seslendirmenin ötesinde anlamak için okuyarak hayatımıza dokunmasını sağlamanın, hepimizin temel sorumluluğu olduğu konusunda asla şüpheye düşülmemelidir.

          Bu girişten sonra, Kur’an-ı geliş amacına uygun olarak anlamak ve hayatı daha anlamlı kılmak için okumayıp sadece seslendirilince, nasıl trajikomik durumlara düşüldüğünü, günlük hayattan çok açık örneklerle göstermek istiyorum:

           CAMİNİZİN MİHRABINDAKİ YAZIYI HİÇ MERAK ETTİNİZ Mİ?..

          1-Üstteki resim, ülkemizin hemen hemen her yerinde fazlaca bulunan cami mihrabı örneklerinden biridir. Buradaki yazı, Al-i İmran Suresinin 37. Ayetinin bir parçası olup anlamı; “Zekeriya O’nun yanına mihraba her girişinde…” demektir. Verdiğimiz mealden de anlaşılacağı üzere, ayetin bu parçasından anlamlı bir cümle oluşmadığı gayet açıktır. Onun için burada anlatılmak istenen konuyu anlamak, ancak ayeti bütünlük içinde değerlendirmekle mümkün olabilecektir.

          Öyleyse ayetin tamamı ne diyor, gelin önce onu anlayalım:

          -"Bunun üzerine Rabbi, Meryem’i hoşnutlukla kabul etti, güzelce büyüttü ve O’nu Zekeriya’nın himayesine verdi. Zekeriya O’nun yanına mihraba her girişinde, yanında yiyecekler bulur ve ‘Ey Meryem, bunlar sana nereden geliyor? derdi (diye sorardı)’. Meryem’de; ‘bunlar bana Allah’tandır, şüphesiz Allah dilediğine hesapsız rızık bağışlar’ derdi (diye cevap verirdi).’’ (Al-i İmran:3/37).

          Kur’andan anladığımıza göre İmran’ın hanımı (Meryem’in annesi), Allah’a dua eder ve bir evlat ister. Erkek evlat beklentisiyle de O’nu mabede adadığını belirtir. Beklentisinin aksine kız doğurmasına rağmen Meryem adını verdiği evladını, yine de sözünde durarak mabede vakfeder. Zekeriya Aleyhisselam da Meryem’in teyzesinin kocasıdır ve Meryem’in yetişmesi için görevlendirilir. Onun için Zekeriya Aleyhisselam, mabetteki Meryem’in ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla sık sık ziyaretine gider.

          İşte bu ilgilenme için yanına her gittiğinde Meryem’i bulduğu yer olan mihrap, bırakıldığı mabettir ve mabette kendisine ayrılan yerdir. Yoksa bugün Camilerimizde İmamların Namaz kıldırmak için durdukları makam olan mihrapla hiçbir ilgisi yoktur. Meryem de makam olan mihraba geçip kimseye Namaz kıldırmamıştır.

          Son derece samimi ve iyi niyetle, ayette mihrab geçiyor diye anlamadan yapılan bir işin sonunda geldiğimiz acı durumu görüyor musunuz?.. Kur’an neden bahsediyor, biz ne anladık ve ne yaptık?.. Bu durum o kadar vahim ki; o ayeti yazan / yazdırandan tutun da aynı camide devamlı Namaz kılan, hatta o mihrab da yıllarca Namaz kıldıran veya yetkili olduğu halde yazıdaki ayeti ve anlamını hiç merak etmeyen sayısız görevliye rastlamak, Kur’an adına  insanı tarifi imkânsız bir dehşete düşürüyor.

EŞYANIN KILAVUZU MU, SİZİN KILAVUZUNUZ MU DAHA ÖNEMLİ?..

          2-Bilindiği gibi ülkemizin her bölgesinde ölüler için Yasin okumak çok önemli bir gelenek haline gelmiştir. Hatta bunu, dinin bir gereği gibi görenler de sayılamayacak kadar çoktur. O kadar ki, şayet Yasin değil de başka sureler okunursa, sanki Kur’an okunmamış gibi bir anlayış ve tepkiyle karşılaşılır. Bazı yörelerde o da yetmez, özel basılmış Yasin Kitapçıkları ve özel okuyucularla, konu farklı boyuta taşınmaya çalışılır.

          Ölülere Yasin okumak nesilden nesile aktarılınca, sanki Allah’ın emri gibi böyle kural halini alıyor. Ne yazık ki bazı insanların Kur’an la ilişkisi, sadece cenazeden cenazeye olduğu için Kur’an-ın (özellikle Yasin suresinin)  ölülere okunması gereken bir metin olduğu anlayışının yerleşmesinde de bu durum etkili oluyor. Ayrıca gerek okuyan gerek dinleyen, mektubun kendisiyle değil zarfıyla ilgilendiği için,doğal olarak Yasin Suresinin ne anlattığı da kimsenin umurunda olmuyor.

          Bakın Yasin Suresinde Allah ne diyor:

          -"Biz O’na (Elçiye) şiir öğretmedik. Zaten O’na yaraşmazdı da. Ancak (öğrettiğimiz), yaşayanları uyarsın, inkârcılara da ceza hak olsun diye Allah’tan gelmiş bir öğüt ve apaçık bir Kur’an-dır.’’ (Yasin:36/69-70).

          Yaşayanların uyarılması ve hayatın daha anlamlı kılınması için apaçık uyarıcı olarak gelen Kur’an-ı, ölüler için seslendirerek rahatlamak, halk için bir gaflet ve cehalet olabilir. Ama bilenler, bilmesi gerekenler için asla gaflet ve cehalet olamaz. Hele bir de bu durum geçim kaynağı haline getiriliyorsa, gaflet ve cehaleti çoktan aşarak Kur’an-a yapılan bir ihanete dönüşüyor demektir. Çünkü yine Yasin Suresinde Allah, din konusunda kimlere niçin uyulması gerektiğini bakın nasıl açıklıyor: “Sizden hiçbir ücret talep etmeyenlere uyun. Onlar, doğru yolda olanlardır.” (Yasin:36/21).

Burada önemli bir kurala dikkatinizi çekmek isterim. Birbirine zıt iki durumdan / olaydan birinin açıklanması, diğerinin de anlaşılmasını sağlamış olur. Bu kurala göre buradan; din üzerinden çıkar sağlayanların da yanlış yolda oldukları için onlara uyulmaması gerektiği kolayca anlaşılmış olmaktadır. Onun için Kur’an-a inandığını söyleyen her insan, bu durumu kendi vicdanında aklın ve Kur’an-ın aydınlığıyla yeniden sorgulamalı ve hangi kategoriye giriyorsa, ona göre tövbe etmelidir. Bu tövbe de insanın, Kur’an la yeniden buluşmasını sağlamalı ve Kur’an-ı ölülere havale etmekten vazgeçip hayatın ayrılmaz bir parçası yapmasını sağlamalıdır.

                                   KUR’AN, BİZE NE VEREBİLİR?..

          3-Ülkemizin genelinde Cenaze definlerinde okunan, olmazsa olmaz sureler arasında ısrarla Tekâsür Suresinin okunmasına ve okutulmasına şahit olmuşsunuzdur.

          Cenazelerde Tekâsür Suresinin mutlaka okunmasının sebebini sorarsanız, ‘’Hocalarımızdan öyle gördük’’ demenin ötesinde bir cevap alamazsınız. Çünkü ben alamadım. Böylece; hocalarının da anlamadan okumuş olduğu, onlardan görenlerin de taklit / kopyala yapıştır mantığıyla olayı devam ettirdikleri çok rahat anlaşılmaktadır. Kur’an-ın istediği gibi anlamı üzerinde derinden düşünme ve sorgulama olmayınca, şekilciliğin dibe vurduğu burada  görülür. O kadar ki, bir Tv programında surenin ikinci ayetinde “Nihayet kabirleri ziyaret ettiniz’’ kısmından kabir ziyaretini anladığı için, cenazelerde okunması gerektiğini hararetle savunanlara bile şahit olmuştum.

          İsterseniz, Tekâsür Suresi neden bahsediyor, gelin önce onu anlayalım:

          -"Çokluk kuruntusu sizi o kadar oyaladı ki, nihayet kabirleri ziyaret ettiniz. Hayır, yakında bileceksiniz! Yine hayır, elbette yakında bileceksiniz! Hayır, Gerçeği kesin bilgi ile bilmiş olsaydınız, mutlaka Cehennemi (önceden) görecektiniz.  Sonra onu (ahirette) çıplak gözle göreceksiniz. Nihayet o gün (dünyada sahip olduğunuz) nimetlerden mutlaka hesaba çekileceksiniz.’’ (Tekâsür:102/1-8)

          Tekâsür Suresini anlamak için okuduğumuzda öğrendiğimiz gerçek şudur: Bu surede bahsedilen kabir ziyareti, övülen ve istenen değil, tam tersi yerilen / kınanan bir ziyarettir. Daha iyi anlaşılması için konuyu önce örneklendireyim isterseniz. Bir bölgede kalabalık nüfusu ve nüfuzu olan insanlar / aileler olsun. Bunlar iyi eğitilmedikleri ve doğru yönetilmedikleri için de hep sağa sola zarar vererek kolu-komşuyu canından bezdirsinler. Ayrıca yaptıklarından rahatsız olmak şöyle dursun, onlarla iftihar etsin ve bu durumlarını insanları korkutup sindirmek için de baskı aracı olarak kullansınlar.

          Kim, böyleleri ile karşılaşmak ve yüz göz olmak ister?.. Elbette hiç kimse. Çünkü temiz ve nezih insanlar, başkalarının kavgalarına bile şahit olduklarında tedirgin olurken, onlar (yerilen ve kınanan topluluk) için kavga / gürültü, tutuklanmak, yaralamak - öldürmek, yargılanıp hapse girmek, bırakın tedirgin olmayı ve utanmayı, onur ve gurur vesilesi bile sayılabilmektedir.

          İşte tam bu örnekte olduğu gibi surede, sayıca kalabalık nüfusa ve nüfuza sahip olup bununla övünen ve bu konumlarını da insanları sindirmek için baskı aracı olarak kullanan, bu baskıyı artırmak için hayatta olanlara ilave olarak kabirlere giderek ölülerini bile sayan son derece ilkel anlayışlı ve şerli insanların tutum ve davranışları kınanarak anlatılmaktadır. Çünkü bu davranışlarıyla; biz sadece gördüklerinizden ibaret değiliz, bu kadar da toprağın altında varız, bizim geçmişte şöyle asmış böyle kesmiş atalarımız / insanlarımız vardır, bizden ona göre korkun edasıyla insanların üzerinde psikolojik baskı kurmuş olmaktadırlar.

          Doğal olarak da hesabını veremeyecekleri böylesi bir anlayış ve davranışla hayatlarını devam ettirenlerin, sonuçta Cehennemi hak edecekleri vurgulanmaktadır. Ama dikkat ederseniz Allah; bu anlayış ve davranışınızın sizi Cehenneme götüreceğini hayattayken bilmeniz / anlamanız gerekirdi diyerek uyarmaktadır.

          Allah aşkına, şimdi herkes elini vicdanına koyup düşünsün. Ölen bir Müslüman’ın cenazesinde Allah’ın rahmet ve merhametini, Cennet ve nimetlerini anlatan ayetleri okuyarak huzur ve mutlulukla dolup ibretle teselli olmak ve olumlu yönde motive olmak varken, yerilen / kınanan insanları ve onların gideceği Cehennemi anlatan ayetleri mutlaka ve ısrarla okumak / okutmak, ne anlama gelmektedir?..

          İşin aslına bakarsak; Kur’an-ın, hem ölüler için gelmediği hem de ölülere okunmasını bildiren bir tek isteğinin olmadığı, aksine ne yaparsak yapalım ölülere hiçbir şekilde sesimizi duyuramayacağımızı ısrarla vurguladığı görülür (Neml:27/80-Rum:30/52-Fatır:35/22). Allah’ın Elçisi Nebimiz Muhammed Aleyhisselamın hayatında da ölüye Kur’an okuduğuna dair hiçbir uygulaması yoktur. Ama Kur’an ölülere dua edilmesini ve hayırla anılmalarını ister. Bunun için deher Müslümanın bireysel olarak anne babasına ve tüm inananlara nasıl dua edeceğini öğretir ve bunu da bizzat yapmasını bildirir (İsra’:17/23-24–İbrahim:14/41–Haşr:59/10). Nebimiz Muhammed Aleyhisselamın da Kur’an-ın isteğinin dışında birşey yapması mümkün değildir zaten.

           Pekiyi biz, dua etmeden önce Kur’an da okusak ne olur? Diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Bunu, dinin bir kuralı haline getirmediğiniz ve Kur’an-ın geliş amacını gizleyen / saptıran / yok eden bir anlayışı yerleştirmediğiniz sürece hiçbir zararı yok. Zaten cenazede şarkı-türkü okuyacak haliniz de olamaz. İşte benim vurgulamak istediğim esas mesele de tam burasıdır. Madem ölen bir Müslümanı hayırla yad edeceğiz ve O’nun için dua edeceğiz. O halde okunan ayetler de yaptığımız işe uygun olsa (Allah’ın rahmetini, bağışını talep eden ayetler olsa) daha doğru olmaz mı?.. Ne dersiniz! Bunun içinde Kur’an-ı anlayarak okumaya ihtiyacımız yok mudur?..

KUR’AN-IN, KENDİSİNİ TANITTIĞINDAN HABERİNİZ VAR MI?..

          4-Son yıllarda artan bir anlayış da bazı ailelerinin, Kur’an dan seçtikleri kelimeleri çocuklarına isim olarak vermek için özenmeleridir. Bu durum hem anlamlı hem de güzel olabilirdi. Tabii, anlamı bilinip doğru seçimler yapılsaydı. Ancak verilen isimlerin çoğuna baktığımızda, anlamını da isim olup olmadığını da bilmedikleri anlaşılmaktadır. Çünkü bazen doğrudan Allah için kullanılan (Esma-ül Hüsna’dan) isimler / sıfatlar ile surelerin isimlerinin, bazen de isim veya sıfat özelliği taşımayan ya da anlamı iyi olmayan kelimeleri çocuklarına isim olarak verdikleri görülmektedir. Halbuki isim konusunda ölçü; Kur’anda geçip geçmemesi değil, insana uygun olup anlamının iyi ve güzel olmasıdır. Ayrıca Kur’an, bir ansiklopedi veya sözlük de değildir zaten.

          Kur’andan seçilen kelimeler olduğu halde isim olmayan veya anlamı iyi olmayan birkaç örneği fazla teknik detaya girmeden basit anlamlarıyla inceleyelim:

          -ALEYNA: İsimlerin önüne gelen bir harfle zamirin birleşmesinden meydana geldiği için Kur’anda oldukça fazla sayıda geçer. Anlamı “Bizim Üzerimize” demektir.

          -BERAT: Anlamı “Kurtuluş belgesi / teminatı” demek olup Kamer Suresinde “Yoksa size kitaplarda bir berat mı verildi?” (Kamer:54/43) Diye sorulur.

          -ECRİN: Anlamı “Ücret” demek olup Nebilerin-Resüllerin insanlardan ücret talep etmedikleri Şuara Suresinde (26. sure) tekrar tekrar bildirir. Ayrıca daha önce de geçtiği gibi (Yasin:36/21) Allah, din konusunda ücret talep etmeyenlere uymamızı ister.

          -KEZBAN: Anlamı “Yalancı” demek olup çok farklı kullanımlarının yanında Rahman Suresinde (55.sure) “Rabbi’nizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz” diye 31 defa tekrar edilmektedir.

          -ÜNZİLE: Anlamı “İndirildi” demek olup değişik yerlerde fazlaca geçtiği gibi Bakara Suresinde de, “Kur’an-ın Ramazan Ayında indirildiği” (Bakara:2/185) bildirilir.

          Not: Lütfen, bu isimlere sahip olanlar, konuyu kendileriyle özdeşleştirmesinler.

          Görüyorsunuz değil mi? Kur’an ne anlatıyor / ne istiyor, biz ne anlıyoruz ve ne yapıyoruz?.. Kur’an-ın ilkelerinden (hak-hukuk, adalet-eşitlik, ehliyet-liyakat, güven-vefa, nezaket-temizlik, ilkeli-ölçülü olmak, insana-emeğe saygı, devlet-millet malının emanet olması, hayvanları ve doğayı koruma …. vb.) sınıfta kaldığımız yetmiyormuş gibi kendi hayal  dünyamızda oluşturduğumuz bir takım anlamları, sanki Allah’ın Kitabında da öyleymiş gibi görmek / göstermek ve onun için de hayalî anlamları yaşatmaya çalışmak,açıklaması olamayacak bir mantık olsa gerektir.

                                 SİZCE BU BİR AMAÇ MI, ARAÇ MIDIR?..

          5- Kur’an, evrendeki tüm varlıkların Allah’ı tesbih ettiğini (Araf:7/206-İsra’:17/44-Hac:22/18-Hadid:57/1-Cuma:62/1-Saf:61/1-Teğabün:64/1) bildirir. İnsanın da Allah’ı tesbih etmesini ısrarla (Hicr:15/8-Rum:30/17-Ahzap:33/42-Tur:52/48,49-Vakıa:56/96-Hakka:69/52-A’la:87/1-Nasr:110/3) ister. Hatta Kur’an da yedi sure (İsra-Hadid-Haşr-Saf-Cuma-Teğabün-A’la),doğrudan tesbihi ifade eden ayetle başlar.

          Kur’an-ı anlayarak okuma ve üzerinde düşünme olmayınca, meydana gelen en önemli yanlışlardan birinin de amaçlarla araçların karışması, hatta araçların zamanla amaçların yerini alması olmaktadır. Bu konuda en yaygın örneklerden birinin de tesbih kavramına yüklenilen anlam ve bununla ilgili uygulamanın olduğu görülür.

          O zaman, Kur’an-ın tesbih dediği şey nedir?.. Önce onu anlayalım:

          Tesbih; Arapçada ( سبح=Se-be-ha) kökünden gelir. Anlamı; suda ve havada hızlı gitmek, hızlı mesafe almak demektir. Terim olarak; Allah’ı her türlü noksanlıklardan tenzih eden anlayış, söz ve davranıştır. Bu kökten gelen "Sübhan" da; Allah’ın her türlü eksikliklerden uzak olduğunu bildirmek için kullanılan bir mastar olmaktadır.

          Bu açıklamalara göre tesbih; Allah’ın bütün noksan sıfatlardan münezzeh ve yüce olduğuna inanıp bunu söz ve davranışlarıyla ortaya koymaktır. Nitekim çok önemli bir Kur’an sözlüğü olan Ragıp el İsfahani’nin Müfredat isimli eserinde kelimeye geldiği kök dikkate alınarak; “Kulun, Allah’a itaat ve ibadet etme amacıyla her türlü kötülüklerden hızlıca uzaklaşması” anlamının verildiği görülür.

          Buna göre tesbih; insanın sürekli bir şekilde ilahî kontrol altında olduğu bilinciyle yani Allah hiçbir şekilde unutulmadan veya yok farz edilmeden, daima daha iyi ve yararlı sözler söylemesi / işler yapmasıdır. Bu durumda; Sübhanallah,… gibi, Allah’ın sözlü olarak anılması (boncuk çekilmesi değil) bir tesbih olduğu gibi, bu söylenen söze uygun davranış / yaşayış ortaya koymak da bir tesbihtir.

          Kanaatimce bu konuyu tam ve doğru anlayabilmek, evrendeki tüm varlıkların (yukarıda ayetleri gösterildi) hatta gök gürültüsünün (Ra’d:13/13) Allah’ı nasıl tesbih ettiklerinin anlaşılmasıyla ancak mümkün olacaktır. Çünkü tesbih, bırakın boncuk saymayı, sadece birtakım sözlerle Allah’ı anmak olsaydı, Kur’an-ın evrendeki cansız varlıkların Allah’ı tesbih ettiğini söylemesinin bir anlamı olur muydu?... Daha da önemlisi, akıllı ve şuurlu bir varlık olan insana, akıllı-akılsız tüm varlık ve olaylar örnek gösterilerek, insanın da  Allah’ı tesbih etmesinin istenmesi bir anlam ifade eder miydi?..

          Evrendeki varlıkların ve olayların örnek verilerek insanın Allah’ı tesbih etmesinin istenmesi iki durumdan dolayı olabilir:

          1- Varlıkların yaratılış, işleyiş ve birbirine uyumundaki düzen, Allah’ın güç ve kuvvetinin yanında birliğinin göstergesidir.

          2- Tüm varlıklar, yaratılış amaçlarına ve kendileri için uygun yasalara göre  hareket edip evrenin düzenini sağlayarak kendilerinden bekleneni yapmaktadırlar.

          Bu anlayışlarda, İmam Matüridi ile Ragıp el-İsfahani’nin hemen hemen aynı kanaatlere sahip oldukları görülmektedir.

          Buna göre, evrendeki varlıkların ve olayların örnekliğinden yola çıkılarak insandan Allah’ı tesbih etmesini istemenin anlamı şudur: 

          Evrendeki tüm varlıkların yaratılışı ve aralarındaki uyumla birlikte insanın varlığı da Allah’ın güç ve kuvvetiyle, birliğinin sonucudur. Öyleyse, tüm varlıklar nasıl yaratılış amaçlarını gerçekleştirmek ve evrendeki dengeyi-düzeni korumak adına kendileri için konan yasalara göre hareket ediyorlarsa, insanın da yaratılış amacına ve kendisi için konan yasalara uygun bir hayat ortaya koyması istenmiş olmaktadır. Yani Allah ile olan sözlü ve fiili iletişimin temelinde bu anlayış hâkim olmalıdır. Çünkü insanın; diğer insanlar, hayvanlar ve tabiatla, istenen doğru iletişimi kurması da ancak böyle bir anlayışın rehberliğiyle mümkün olabilecektir.

          Evet Kur’an tesbih kavramına böylesi hayati bir anlam yüklerken, tesbih denince halkımızın anladığı ise genelde yukarıda resmini gördüğünüz boncuk olmaktadır. Çünkü her nesilde doğrusu öğretilmeyince, sayıyı tutturmak için araç olarak kullanılan boncuklar, amaç olan tesbihin yerini almaktadır. Bu durum; hem Kur’an-ın anlattıklarına olan ilgisizliğin / vurdumduymazlığın, hem de Kur’an-ın söylediğini anlayıp hayatı ona göre şekillendirmek yerine, hayali anlamlar yükleyerek hak bilginin üstünü örtmenin en yaygın örneklerinden birini oluşturur. Hem de Kur’an; “Hakkı batılla karıştırmayın ve bile bile hakkı gizlemeyin” (Bakara:2/42) diye açık açık uyardığı halde.

          Bir insan Kur’an-a inanmadığı için istediği şeyi Onun yerine ikame edebilir, onu anlamak mümkündür. Ama hem inandığını söyleyip hem de Onun kurallarını anlayıp hayata geçirmek yerine kendi anlayışlarını veya sağdan soldan gördüklerini Onun yerine neden ve nasıl koyabilir?.. İşte bunu anlamak mümkün değildir.

          Halk arasındaki boncuğun tesbih adını alması, kadim kültürlere dayanmaktadır. Çünkü Hinduizm’den Budizm’e, Eski Mısır Firavunlar döneminden Roma’ya kadar hemen hemen her toplumda belli ritüelleri yaparken, sayıları tutturmak için mutlaka değişik araçlar kullandıkları bilinmektedir. Ancak klasik anlamda boncuğun tesbih olmasının ilk örneklerinin Hinduizm’le başladığı görülmektedir. Günümüzün Katolik ve Ortodoks geleneğinde de boncuk olan tesbih, özel dualar eşliğinde kullanılan Tanrıya yaklaştırıcı dini bir nesne özelliğine sahiptir (TDV İslam Ansiklopedisi, Tesbih md.).

          Bu durum bize hiç yabancı gelmiyor değil mi?.. Çünkü toplumumuzda, bir insanın cebinde 99’luk boncuğun olmasını, neredeyse Müslüman olmasının alameti sayanlar azımsanmayacak kadar çoktur. Bu konuların en acı olan tarafı ise, topluma doğruları öğretme sorumluluğunu taşıyanların içinde hem Kur’an-a ilgisiz / Kur’an-ın bilgisinden habersiz hem de doğrudan bu yanlışların bizzat içinde olanların sayıca çok olmaları ve anlayışlarının da her an, halka din olarak sunulmasıdır.

          Şimdi görüyor musunuz?.. Kur’an-ı, anlamak ve üzerinde düşünmek için okumayınca, amacın kaybolup aracın onun yerine nasıl geçtiğini. Yine görüyor musunuz?.. Mektubun kendisiyle değil de zarfıyla ilgilenince özden uzaklaşılıp şekilcilik ve taklitçiliğin nasıl yaygınlaştığını. Böylece hakla batılın birbirine nasıl karıştığını ve hakkın üzerinin nasıl örtüldüğünü / gizlendiğini.

           Bütün bunların öğrettiği şu acı gerçeği görelim artık: Kur’an-ı anlayıp hayata yansıtmak yerine, sadece seslendirerek veya hayalimizdeki anlamları Ona yükleyerek hak bilginin üstünü örtmek / gizlemek; bizi itibarsızlaştırmaktan ve Kur’an-ın sunduğu kaliteli hayattan uzaklaştırmaktan başka bir işe yaramamaktadır. 

           Bu acı gerçeği çok net gören ve sorunu yüreğinin derinliklerinde hisseden milli şairimiz Merhum Mehmet Akif ERSOY, yıllar öncesinden konuyu şöyle dile getirmişti:

         “Ne Kürt Elifba'yı sökmüş, ne Türk okur, ne Arap,
           Ne Çerkez’in, ne Lâz’ın var bakın elinde Kitap,
           Hülasa, milletin efradı bilgiden mahrum,
           Lâkin unutmamak lâzım, zaman zamanı ulum.”

KUR’AN-IN, SİZİ NASIL DEĞİŞTİRECEĞİNİ BİLİYOR MUSUNUZ?..

         Yazımın hacmi çok fazla genişlediği için örnekleri daha da uzatmak istemiyorum. Ancak tüm örneklerden daha temel bir konu var ki, ona da değinmeden geçemeyeceğim. O da; çoğu Müslüman’ın kendilerini tanımlarken yani daha yolun başında, Kur’an-ı hesaba katmadan hareket eder gibi ilk adımı yanlış attıklarını rahatça gösterebilmeleridir. Çünkü Allah, dininin adına “İslam” (Al-i İmran:3/19-Maide:5/3), kendisine inanan / güvenen ve teslim olan insanlara da “Mü’min ve Müslüman” (Mü’min:40/28-Hacc:22/78) adını verdiğini açık seçik bildirdiği halde çoğu Müslüman’ın, sanki Allah’ın verdiği ismi beğenmiyor / yeterli görmüyor veya ayrıcalıklı bir statü arıyor gibi kendilerini; mezhep, meşrep, tarikat, cemaat … vb. isimlerle özellikle tanımlamaları, bu konudaki sorunun çok daha derinlerde olduğunu göstermektedir.

          Siz, dünyada Kur’an dan başka anlamadan okunan (hatta özellikle anlamamak için okunan) ikinci bir kitap biliyor musunuz?.. Bu size garip gelmiyor mu?.. Bir kitabın yazarına; “Kitabınızı anlamamak için okudum- Kitabınızdan bir şey anlamadım ama çok zevk aldım veya çok şey öğrendim” gibi sözler söyleseniz, garip olduğu kadar komik bir duruma da sebep olmaz mısınız?.. Herhangi bir insanın kitabına yapmadığımız / yapamayacağımız bu saygısızlığı, Allah’ın Kitabına reva gördüğümüzü anlamanın zamanı gelmedi mi?.. Ne dersiniz?..

          Kur’an-ı anlayıp hayata dokundurmak için okumak en temel görevimiz iken sadece seslendirmek, bir mektubu okuyup anlamak ve gereğini yapmak yerine, sürekli mektubun zarfıyla ilgilenmeye benzer. Geldiğimiz yer itibarı ile bu anlayışın; şekilcilik ve taklitçiliği artırmaktan, Kur’and an uzak / Kur’an dan bağımsız hatta Kur’an-a rağmen, mitoloji ve hurafelerle dolu çok farklı din algılarının oluşmasından başka bir işe yaramadığını artık görmek zorundayız. Çünkü Kur’an, yaptığımız her şeyin bir sonuç doğurduğunu ve her sonucun da mutlaka sorumluluğunun olduğunu bildirerek, her şeyi bilerek / anlayarak yapmamızı ister ve bizi açık açık uyarır.

          -"Sakın, bilmediğin bir şeyin ardına düşme! Çünkü; kulak, göz ve gönül, bunların hepsi ondan (yaptığından) sorumludur.’’ (İsra’:17/36).   

14 / 01 / 2022    Zübeyir ÇÖMLEKÇİ

Mehmet Cem Odabaşıoğlu
16.01.2022 18:36:58
Teşekkürler. Son derece gerekli bilgileri vermektesiniz diye düşünüyorum.

Fikret Coşar
17.01.2022 07:26:46
Zübeyr hocam toplumsal yaralarımızı tesbit etmişsiniz. İçinde bulunulan şaşkın ve ne yaptığının farkında olmayan, işin kötüsü bilmekte istemeyen Kuran ı anlamadan okuma(ma)kta ısrar eden bir toplum var. Kuran ı anlamadan okuduğu için de istenilenin tam tersi eylemler de bulunup bundada ısrar ediliyor. Bir kaçına değinmişsiniz . Dirilere inen Kuran ı (Yasin70. ) Ölülere okumakta ısrar etmede devam edilmesi vb. gibi . Vesselam.

Zübeyir Çömlekçi
17.01.2022 15:46:45
Sayın Cem bey, yazılarıma ilgi gösterdiğiniz ve takıp ettiğiniz için özellikle teşekkür ederim. Araştıran ve sorgulayan bireyler olarak bu farkındalığın tüm topluma yayılmasında sorumluluklarımızı yerine getirmeye çalıştığımı bildirir, saygılar sunarım.

Zübeyir Çömlekçi
17.01.2022 16:47:24
Sayın Fikret bey, öncelikle yazıma gösterdiğiniz ilgi için teşekkür ederim. Konuyla ilgili bir farkındalık oluşturmak en iyi başlangıç olsa gerektir, diye düşünüyorum. Düşünen ve sorgulayan insanlar olarak bu farkındalığa katkı sunmamız gerekir. Bu işin eğitimin almış bir kişi olarak da bu konuda bizzat sorumluluğumun olduğuna inanıyorum. Saygılarımı sunarım.

  • BIST 100

    9455,59%-0,72
  • DOLAR

    32,59% 0,37
  • EURO

    34,78% 0,16
  • GRAM ALTIN

    2496,79% 0,51
  • Ç. ALTIN

    4168,04% 0,00
  • Cuma 23 ° / 11.1 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • Cumartesi 15.6 ° / 7.5 ° Şiddetli yağmurlu
  • Pazar 21.3 ° / 6.1 ° Güneşli

Balıkesir

19.04.2024

  • İMSAK 04:47
  • GÜNEŞ 06:18
  • ÖĞLE 13:13
  • İKİNDİ 16:57
  • AKŞAM 19:57
  • YATSI 21:22