BEREKET KAVRAMI İSLÂMDA ÇOK ÖNEMLİDİR…

BEREKET KAVRAMI İSLÂMDA ÇOK ÖNEMLİDİR…

BEREKET KAVRAMI İSLÂMDA ÇOK ÖNEMLİDİR…

İslâm bir yandan çalışmayı ve kazanmayı ibadet gibi sevap sayarak teşvik ederken, öbür yandan kamu çıkarı zaruri kılmadığı müddetçe mülkiyeti ve kâr hadlerini sınırlandırmaz, ama harcamaları kısıtlamıştır. Bu durumda çalışanların ve iş yapanların elinde büyük bir servet birikecektir!

 

                Bu servet ya saklanacak (eski devirlerde olduğu gibi toprağa gömülecek) veya piyasada dolaşacaktır. İslâm, servetin işletilmesinden âtıl bir halde tutulmasını iddihar ve kenz (rikaz) sayarak şiddetle yasaklamıştır. (*) (Bk: Gazali, İhya, 2, 2.) Elde tutulan âtıl malın zekâtını verme mecburiyeti bulunduğundan bu mal kartopu gibi hızla erimeye mahkûmdur. Şu halde bu malın piyasaya çıkmazı kaçınılmazdır.

                Elde biriken servet çeşitli şekillerde muhtelif zümrelere ve fertlere dağılacak, bazı hallerde dağıtılan para ilk sahibine dönecek bazı hallerde dönmeyecektir.

                Hak Teâla servetin sadece zenginlerin tekelinde kalmasını ve sadece onlar arasında dolaşmasını istememektedir. (*) ( 59. Haşr Sûresi, Âyet/7.) insan elindeki servetten:

                a) Kendisine ve geçindirmek zorunda olduğu kimselere harcama yapmak zorundadır.

                b) Zekâtını vermek mecburiyetindedir. Zekâtın verileceği sekiz zümre Kur’ân’da tek tek sayılmıştır. (9. Tevbe Sûresi, Âyet/60.)

                c) Kurban, Fıtır Sadakası ve Hac için harcama yapılacaktır. Bütün bunlar serveti eriten, dağıtılmasını sağlayan sebeplerdir.

                Zenginin malı üzerinde yoksul ve muhtaçların daha başka hakları da vardır. Mü’minin derdi ile dertlenmeyen onlardan değildir. Komşusu açken tok olarak yatan onlardan sayılmaz. Malî yardımlar, hayır hasenat yapmak teşvik edilmiştir. Vakıf tesisi, nezirler, adaklar, kefaretler ve diyetler de malın belli ellerde birikimini önemli ölçüde önleyen, sosyal adaleti sağlayan ve mülkiyeti yaygınlaştıran tedbirlerdir!

                İslâm’da karşılıksız olarak ve hiçbir fayda beklemeden ödünç vermek çok önemli bir şeydir. Hattâ KARZ-I HASEN denilen ikraz bazen sadakadan bile sevap sayılmıştır. Bu yolla muhtaçların ve krediye ihtiyaç duyanlar ihtiyaçlarını giderir, TEFECİLERİN ELİNE DÜŞMEZLER!

                Sermaye sahipleri ellerindeki malı mudârabe ve benzeri şirketler aracılığıyla da nemalandırma imkânına sahiptirler. Elinde sermaye ve servet bulunan ama bunu işletecek imkâna sahip olmayanlar ortaklıklarından faydalanırlar yetimlerin malları da velileri vasıtasıyla bu şekilde işletilebilir emek sermaye ortaklığı en çok tavsiye edilen şirket tipleridir.

                Görülüyor ki, İslâm’da evvela üretim, sonra tasarruf, sonra yatırım teşvik edilmekte, sermaye tabiî bir şekilde yatırımlara kaymakta, bir kısmı da muhtaç ve yoksullara doğru kaydırılarak sosyal adalet sağlanmaktadır!

                Servet sahiplerinin malları üzerinde yoksulların ve muhtaçların hakkı vardır. (*) (51. Zâriyât Sûresi, Âyet/19).

Aslında bu hakkın ödenmesi mal ve mülk sahipleri için servetlerini korumaları için bir teminattır. Çünkü fakirleri artan ve daha da fakirleşen bir toplumda zenginlerin servetleri de, canları da emniyet içinde olamaz, sosyal istikrar sağlanamaz, karışıklıkların yağmalama ve soygunların önüne geçilemez.

Bunun içindir ki hadis”te: “Mallarınızı zekâtla koruyunuz, hastalıklarınızı sadakayla tedavi ediniz, belayı dua ile def ediniz” denilmiştir. (*) (Acluni, 1. 361.) Bk: Karakoç, Sezai, İslâm Toplumunun Ekonomik Strüktürü, İstanbul, 1967; Zaim, Sebahattin), görünüş itibariyle malı eksilten zekât ve yardım aslında onu korumakta ve artırmaktadır.

                Bereket kavramı İslâm’da çok önemlidir. Bereket, kazanılan malın insana hayır ve saadet getirmesi, nemalanması ve artması, kazasız belasız, ağız tadıyla yenmesi ve harcanması manasına gelir. Rızık ve mal konusunda İslâm’ın tavsiyelerini gözeten kimselerin dünyalıkları bereketli ve artırımlı olur. Başkalarının çoğundan onların azı daha fazla dayanır.

                Görülüyor ki, İslâm’da malı muhafaza ve iktisadi siyaset sadece bazı yasaklardan ve nasihatlerden ibaret değildir. Ham ve ibtidai maddeden başlayarak tüketim noktasına gelinceye kadar mal ve servetle her safhada ilgilenilmiştir. İslâm’da dini, canı, aklı, nesli ve malı koruma dediğimiz beş zaruri ve temel gaye ile ilgili olarak birçok kâideler konulmuş, hükümler getirilmiştir. Bunlar hem kendi özel alanlarında birbiriyle uyumlu, hem diğer alanlarla ilgili ve ahenklidir. Böylece İslam düzenli, tertipli, dört başı mamur bir sistem meydana getirmiştir. (*) (İslâm ve İktisadi Nizam, Karabük, 1979.)

Ana İlkeleri ve Temel yapısı korunmak, maksat ve hedefleri gözetilmek şartıyla bu sistem gelişmeye ve değişen hayat şartlarına uyum sağlamaya son derece elverişlidir, hatta sistem bu gelişmeyi ve gelişmelere uymayı bizzat kendisi zorlamaktadır. Buna rağmen Müslümanları bugün arzu edilen yerde ve seviyede değillerse bu, onların, İslâm’ı gereği gibi anlayıp uygulayamadıklarındandır.

                Bir nefis muhasebesi yapmak, her türlü ön fikirlerden ve peşin hükümlerden sıyrılarak nâsslar ve zamanın getirdiği şartlar ve ihtiyaçlar üzerinde düşünmek, öze uygun yeni yeni değerlendirmeler ve yorumlar yapmak Müslümanların üzerine düşen görevlerin en önünde gelir.

                İNSANI BAŞARIYA GÖTÜREN YÜCELER YÜCESİ ALLAH’TIR!..

                Kur’ân Ne Diyor?

                “Ey iman edenler!

Size verdiğimiz rızıkların temiz olanlarından yiyin, eğer siz yalnız Allah’a kulluk ediyorsanız O’na şükredin.” (2. Bakara Sûresi, Âyet/172)

İslâm bir yandan çalışmayı ve kazanmayı ibadet gibi sevap sayarak teşvik ederken, öbür yandan kamu çıkarı zaruri kılmadığı müddetçe mülkiyeti ve kâr hadlerini sınırlandırmaz, ama harcamaları kısıtlamıştır. Bu durumda çalışanların ve iş yapanların elinde büyük bir servet birikecektir!

                Bu servet ya saklanacak (eski devirlerde olduğu gibi toprağa gömülecek) veya piyasada dolaşacaktır. İslâm, servetin işletilmesinden âtıl bir halde tutulmasını iddihar ve kenz (rikaz) sayarak şiddetle yasaklamıştır. (*) (Bk: Gazali, İhya, 2, 2.) Elde tutulan âtıl malın zekâtını verme mecburiyeti bulunduğundan bu mal kartopu gibi hızla erimeye mahkûmdur. Şu halde bu malın piyasaya çıkmazı kaçınılmazdır.

                Elde biriken servet çeşitli şekillerde muhtelif zümrelere ve fertlere dağılacak, bazı hallerde dağıtılan para ilk sahibine dönecek bazı hallerde dönmeyecektir.

                Hak Teâla servetin sadece zenginlerin tekelinde kalmasını ve sadece onlar arasında dolaşmasını istememektedir. (*) ( 59. Haşr Sûresi, Âyet/7.) insan elindeki servetten:

                a) Kendisine ve geçindirmek zorunda olduğu kimselere harcama yapmak zorundadır.

                b) Zekâtını vermek mecburiyetindedir. Zekâtın verileceği sekiz zümre Kur’ân’da tek tek sayılmıştır. (9. Tevbe Sûresi, Âyet/60.)

                c) Kurban, Fıtır Sadakası ve Hac için harcama yapılacaktır. Bütün bunlar serveti eriten, dağıtılmasını sağlayan sebeplerdir.

                Zenginin malı üzerinde yoksul ve muhtaçların daha başka hakları da vardır. Mü’minin derdi ile dertlenmeyen onlardan değildir. Komşusu açken tok olarak yatan onlardan sayılmaz. Malî yardımlar, hayır hasenat yapmak teşvik edilmiştir. Vakıf tesisi, nezirler, adaklar, kefaretler ve diyetler de malın belli ellerde birikimini önemli ölçüde önleyen, sosyal adaleti sağlayan ve mülkiyeti yaygınlaştıran tedbirlerdir!

                İslâm’da karşılıksız olarak ve hiçbir fayda beklemeden ödünç vermek çok önemli bir şeydir. Hattâ KARZ-I HASEN denilen ikraz bazen sadakadan bile sevap sayılmıştır. Bu yolla muhtaçların ve krediye ihtiyaç duyanlar ihtiyaçlarını giderir, TEFECİLERİN ELİNE DÜŞMEZLER!

                Sermaye sahipleri ellerindeki malı mudârabe ve benzeri şirketler aracılığıyla da nemalandırma imkânına sahiptirler. Elinde sermaye ve servet bulunan ama bunu işletecek imkâna sahip olmayanlar ortaklıklarından faydalanırlar yetimlerin malları da velileri vasıtasıyla bu şekilde işletilebilir emek sermaye ortaklığı en çok tavsiye edilen şirket tipleridir.

                Görülüyor ki, İslâm’da evvela üretim, sonra tasarruf, sonra yatırım teşvik edilmekte, sermaye tabiî bir şekilde yatırımlara kaymakta, bir kısmı da muhtaç ve yoksullara doğru kaydırılarak sosyal adalet sağlanmaktadır!

                Servet sahiplerinin malları üzerinde yoksulların ve muhtaçların hakkı vardır. (*) (51. Zâriyât Sûresi, Âyet/19).

Aslında bu hakkın ödenmesi mal ve mülk sahipleri için servetlerini korumaları için bir teminattır. Çünkü fakirleri artan ve daha da fakirleşen bir toplumda zenginlerin servetleri de, canları da emniyet içinde olamaz, sosyal istikrar sağlanamaz, karışıklıkların yağmalama ve soygunların önüne geçilemez.

Bunun içindir ki hadis”te: “Mallarınızı zekâtla koruyunuz, hastalıklarınızı sadakayla tedavi ediniz, belayı dua ile def ediniz” denilmiştir. (*) (Acluni, 1. 361.) Bk: Karakoç, Sezai, İslâm Toplumunun Ekonomik Strüktürü, İstanbul, 1967; Zaim, Sebahattin), görünüş itibariyle malı eksilten zekât ve yardım aslında onu korumakta ve artırmaktadır.

                Bereket kavramı İslâm’da çok önemlidir. Bereket, kazanılan malın insana hayır ve saadet getirmesi, nemalanması ve artması, kazasız belasız, ağız tadıyla yenmesi ve harcanması manasına gelir. Rızık ve mal konusunda İslâm’ın tavsiyelerini gözeten kimselerin dünyalıkları bereketli ve artırımlı olur. Başkalarının çoğundan onların azı daha fazla dayanır.

                Görülüyor ki, İslâm’da malı muhafaza ve iktisadi siyaset sadece bazı yasaklardan ve nasihatlerden ibaret değildir. Ham ve ibtidai maddeden başlayarak tüketim noktasına gelinceye kadar mal ve servetle her safhada ilgilenilmiştir. İslâm’da dini, canı, aklı, nesli ve malı koruma dediğimiz beş zaruri ve temel gaye ile ilgili olarak birçok kâideler konulmuş, hükümler getirilmiştir. Bunlar hem kendi özel alanlarında birbiriyle uyumlu, hem diğer alanlarla ilgili ve ahenklidir. Böylece İslam düzenli, tertipli, dört başı mamur bir sistem meydana getirmiştir. (*) (İslâm ve İktisadi Nizam, Karabük, 1979.)

Ana İlkeleri ve Temel yapısı korunmak, maksat ve hedefleri gözetilmek şartıyla bu sistem gelişmeye ve değişen hayat şartlarına uyum sağlamaya son derece elverişlidir, hatta sistem bu gelişmeyi ve gelişmelere uymayı bizzat kendisi zorlamaktadır. Buna rağmen Müslümanları bugün arzu edilen yerde ve seviyede değillerse bu, onların, İslâm’ı gereği gibi anlayıp uygulayamadıklarındandır.

                Bir nefis muhasebesi yapmak, her türlü ön fikirlerden ve peşin hükümlerden sıyrılarak nâsslar ve zamanın getirdiği şartlar ve ihtiyaçlar üzerinde düşünmek, öze uygun yeni yeni değerlendirmeler ve yorumlar yapmak Müslümanların üzerine düşen görevlerin en önünde gelir.

                İNSANI BAŞARIYA GÖTÜREN YÜCELER YÜCESİ ALLAH’TIR!..

                Kur’ân Ne Diyor?

                “Ey iman edenler!

Size verdiğimiz rızıkların temiz olanlarından yiyin, eğer siz yalnız Allah’a kulluk ediyorsanız O’na şükredin.” (2. Bakara Sûresi, Âyet/172)



  • Cuma 22.9 ° / 9.8 ° Güneşli
  • Cumartesi 24.7 ° / 11.1 ° Güneşli
  • Pazar 23.7 ° / 12.3 ° Güneşli